NASA NASIL BİR YER?



‘NASA nasıl bir yer’ en çok duyduğum sorulardan biridir. Hemen ardından diğer sorular yağmaya başlar: Holywood filimlerindeki gibi kapılar ve bilgisayarlar göz bebeklerini okuyarak mı açılıyor? Teknolojinin hiç bilmediğimiz buluşları kullanılıyordur orada değilmi? Gerçekten uzaylılar var mı hocam? Astronotlar nasıl eğitiliyorlar? Çocukluğumdan beri NASA’da çalışmak hayallerimi süsler hep, sizce bir gün orada çalışma şansım nedir?

Sorular bu kadarla kalmıyor elbette. Böylesi herkesin merak edeceği soruların yanı sıra en absürt sorular da ardı ardına dizdiriliyor bazen: Hocam sizi takip edebilmek için çiplemişlerdir değilmi? NASA’da verilen maaşlar bizim cumhurbaşkanımızınki kadarmış, doğrumu? Orada çalıştıktan sonra sırlar dışarı çıkmasın diye ayrılırken bellek silliyorlarmış, öylemi? Bizim oğlanı da oraya alsanız olurmu?

Şimdi ciddiyetle bu soruları (sadece bireysel gözlemlerime dayanarak) elimden geldiğince yanıtlamaya çalışayım:

Önce çok kısaca NASA maceram nasıl başladı onu özetleyeyim. Çünkü en çok sorulan sorular arasında o da var. Finlandiya Kuopio Üniversitesinde araştırmacı olarak çalıştığım dönemde gelen bir telefon ile hikayem başladı. Telefon çocukluğumdan beri hayranlık duyduğum Carl Sagan’dan gelince yaşadığım duyguları tahmin edersiniz. ‘Ben NASA’da değilim ama NASA’da tanıdığım çok önemli bir bilim insanı David S. McKay ile bilgilerinizi biraraya getirmeniz gerektiğine inanıyorum. Farkındamısın bilmiyorum ama ikinizin de projelerinizi bir ileri basamağa taşımak için biribirinize ihtiyacınız var’ demişti. (İşin bilimsel yanı ile ilgili bilgileri de ilerde yazacağım yazılarla bu sayfada sizlerle paylaşacağım.). Sagan’ın telefonundan tam 1 yıl sonra San Diego’da yapılan bir sempozyumda kendisi ve David S. McKay ile yüzyüze tanışmak üzere Amerika’ya uçmaya karar verdim. Malesef yolculuğumdan 2 ay önce 20 Aralık 1996’da Carl Sagan yakalandığı kansere yenik düşerek hayatını kaybetti ve biz hiç karşılaşamadık…

Dr. McKay ile sempozyumda tanıştıktan sonra ertesi yıl resmi olarak NASA’dan iş teklifi aldım. Çalışacağım iş yerini görmek için Houston Johnson Space Center’a (kısaca JSC’ye) gittiğimde benim de NASA hakkında kafamda sadece Holywood filimlerinde gördüğüm ‘yaldızlı bir imaj’ vardı. O tarihlerde 16 bin kişilik bir ekibe sahip olan JSC kampüsüne girdiğim andaki heyecanımı tahmin edersiniz… Ankara ODTÜ kampüsünün yaklaşık iki katı büyüklüğünde bir kampüs, onlarca bina… Binaların yapılan araştırmaları gösteren bir adı yok, sadece numaralanmış… Mesela ben 37 ve 31 no’lu binalarda çalıştım. Çoğunda pencere yok… Yaklaşık 500 kişilik bir gruba kendi projem hakkında bir seminer verdikten sonra kampüste kısa bir tur yaptık. Genelde araştırma yapacağım labaraturalar ve konuyla ilgili çalışan ekipler tanıtıldı. İlk imaj o beklenilen ‘vay be’ dedirtecek türden bir parlaklıkta değildi. Nereden baksanız bildiğiniz araştırma labaraturaları…. Bugün Türkiye’deki üniversitelerimizden hiç de farkı olmayan labaratuarlar… Santrifüjler, mikroskoplar, tüpler, pipetler… Hele insanların oturdukları ofisler minicik ve kasvetli. Şaşırmıştım! Hatta bir ara ‘NASA burası değilmi’ diye sormuştum ve çok gülmüşlerdi. Bu kısa turun ardından Finlandiya’ya geri döndüm ve 6 ay sonra pılıyı pırtıyı toparlayıp kafamda binlerce soru ile Amerika’ya göç ettim. Teknolojideki her yeniliği ayaklar altına seren, üniversitedeki odamın camından gölleri seyredebildiğim, Avrupa’nın Japonyası olarak bilinen Finlandiya gibi bir ülkeden toparlanıp Amerika’daki bir ‘devlet dairesine’ adı NASA olduğu için gitmek garip geliyordu açıkcası. Bu arada şunu belirteyim ki burada sizlerle paylaştığım gerçekler sadece Johnson Space Center’daki bireysel deneyimlerimden kaynaklanmaktadır. NASA’nın başka yerleşim yerlerindeki işleyiş ve çalışanların gözlemleri farklı olabilir.

NASA’da çalışmaya başladığım ilk gün moralim düzelmişti. Çünkü pencereli bir odaya düşmüştüm. Gölleri değil ama penceremin önüne gelen geyikleri görüyordum. Daha ilk hafta anlamıştım ki önemli olan ve de herşeyden önce bir iş yerini dünyada farklı kılan şey ne şık ofis odalarıyla ne de şaşalı labaraturlar ile elde ediliyor. NASA’yı gerçekten NASA yapan unsurlar bünyesinde çalışan bireyler, bireylerin arasındaki ilişkiler ve işlerine olan tutkuları, aşkları.. Bütün araştırmalar planlı, programlı ve kontrollü. Her ülkede olduğu gibi çok yavaş işleyen devlet bürokrasisine rağmen her ama her birey şikayet etmeden problem çözmeye yönelik, etik ve kelimelerle tarif edemiyeceğim güzellikte bir ekip anlayışıyla birşeyler yaratıyordu. Bilim insanından mühendisine, temizlikçisinden aşçısına kadar… Alanında usta ama kapısının üzerindeki isminin önüne (çoğu olduğu halde) Dr, Doç, Prof yazmayan alçak gönüllü dahilerle dolu bir ‘yuva’ düşünün. Her an randevu almaksızın kapılarını tıklatıp, girip her konuda danışabiliyorsunuz. Dinlemesini biliyorlar. Onlar için probleminiz varsa çözüm mutlaka vardır. Çünkü problemler bireylerin değil kurumun işlerini yavaşlatmaktadır. Bireysel başarı kurumun başarısıdır. Kutlanır, alkışlanır, kıskanılmaz, ayak oyunları oynanmaz. Örneğin Atatürk’ün kızı ödülü bana Türkiye’deki bir Rotary Klübü tarafından verildiğinde (kendileriyle hiç ilişkisi olmadığı halde) NASA basın toplantısı yaparak bu kutlamayı ilan etmiş, vidyo bağlantısıyla Türkiye’den canlı yayın yapmış, DVD’ler oluşturarak kütüphanelerindeki ‘başarılarımız’ arşivlerine eklemişti. Çünkü bireysel başarı kurumu da onore ediyordu.

Maddi konulara gelince. Her bilim insanının kısa bir süre projelerine maddi destek olunduktan sonra aynen üniversitelerde olduğu gibi projeler yazarak bireylerin kendi araştırmalarına maddi destek getirmeleri beklenir. Projeler ne kadar ilginç olsa da devlet tarafından sürekli desteklenecek diye bir kural yoktur. Alınan maaşları mı merak ettiniz? NASA bir devlet kuruluşudur ve insanlar devlet memurları kadar para kazanırlar. Ama NASA’da çalışmak bir ayrıcalıktır, gururdur. O da zaten paradan önemlidir.

NASA yabancı uyruklu olmayanları da bünyesine almaktamı sorusunun yanıtı: Evet! Lakin Amerikan vatandaşı olmayanlardan gelen başvuru sayısı binlerce olduğu için genelde kendi belirledikleri, devam edegelen projelere desteği olabilecek, buluşları ve tecrübesi olan bilim insanlarını daha çok tercih ediyorlar. Eğitim amaçlı öğrenci kabulleri de bulunmakta. Fakat öğrenciler genelde Amerikalı. Yabancı uyrukluların büyük çoğunluğu NASA’ya bağlı değil kontratlı olarak başka bir kurum aracılığı ile projelere katılmaktadır. Hayaliniz bir gün NASA’da çalışmak ise… benden tavsiye hayal kurmaya devam edin. Hayal kurmaz iseniz gerçeğine ulaşamazsınız. İmkansız diye birşey yok. Her insan hayallerini gerçekleştirebilir. İmkansız olan tek şey NASA’nın ilgisini çekecek çok büyük bir başarıya ya da hiçbir buluşa imza atmadan, alanınızda uzmanlaşmadan NASA’ya bir tanıdığın torpili ile girmektir J Ya politik oyunlar? O her yerde var ama en az NASA’da var!

(Amerika’da) Astronot olmak istiyorsanız Amerikan vatandaşı olmanız gerekiyor. Her uzaya (yani yörünge bazında), yerden 30 bin kilometre yüksekliğe uçup gelene ‘astronot’ denmez. Astronot olmak için yıllarca süren sıkı bir eğitim vardır. Fiziksel, teknolojik ve bilimsel testlerden, eğitimlerden geçmek gerekir. Bütün testleri başarıyla tamamlasa bile bir astronot ekip içerisinde uyumlu davranamıyorsa, bencilse asla uzun süreli uzay istasyonu görevleri alamaz. JSC’de astronot olup, uçmayı, uzay istasyonuna gitmeyi hayal eden, umutla bekleyen astronot sayısı hiç de azımsanacak kadar küçük değildir.

Uzaylılar varmı? Sorusuna gelince. Kısa ve net olarak söyleyeyim fazla detaya gerek yok. Evet uzaylılar var! AMA bu TAMAMEN benim bireysel görüşüm. Böyle düşünmemin ise NASA ile hiç ilişkisi yok. Bu konuda habertürkte de yazdım, burada da yazmaya devam edeceğim. Uzay hakkında biraz bilgisi olan bir insanın ‘evrende tek başımızayız’ demesi pek normal değil.

Gelelim çip meselesine: Vücudumun hiç bir yerinde çip yok! Taşınan kimliklerde çip olduğunu öğrendim. Onun sebebi de kampüste (özellikle yabancı uyrukluysa) her çalışan NASA’nın her binasına elini kolunu sallayarak girme serbestisinde olmamasından kaynaklanıyor. NASA’dan ayrılırken de kimse bellek silme operasyonuna almadı beni.

‘NASA’da ne yok’ sorusuna gelelim: NASA’da bir bilim insanının hayalini kurduğu herşey var ama tek bir şey yok: Vefa! Obama döneminde kesilen maddi desteklerden dolayı NASA senelerce bünyesinde çalışmış, emek vermiş, son derece değerli çok sayıda çalışanının işine son vermek zorunda kaldı. Bilim insanları, mühendisler, avukatlar, hekimler… Hem de önceden haber vermeksizin sadece masalarına kısa bir teşekkürle bırakılan ‘kampüsü 20 dakika içerisinde terkediniz’ mesajıyla… 16bin çalışandan geriye 4500 kişinin kalması sanırım NASA’yı vefasızlıkla suçlamam için geçerli bir sebep. Bu yüzden Houston’da hala ciddi bir bilim insanı enflasyonu yaşanmaktadır…

Umarım bu hafta sorulan birkaç soruyu aydınlatabilmişimdir.

Evet! Hayat dünyanın hiçbir yerinde kolay değil. NASA’da hiç değil. Kapağı atınca ordan emekli olmak yok Türkiye’de olduğu gibi. İstersen Einstein ol!

Haftaya görüşmek üzere….

You may also like...

en_USEnglish